TAPU İPTAL VE TESCİL DAVALARI

Tapu iptal ve tescil davaları anayasal bir hak olan mülkiyet hakkının hukuka aykırı olarak ihlallerinin korunmasına yönelik olarak ileri sürülen davalardır. Bu dava türünde mülkiyet hakkı hukuka aykırı olarak ihlal edilen kişiler ihlali yapan kişiye karşı anayasal koruma altında bulunan mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sebebiyle başvururlar. Bu davalar eşya hukukunun önemli bir kısmını oluşturan ayni hak, mülkiyet hakkının konusunu oluşturmaktadır.

Hukukumuzda aile hukukuna ilişkin davalarda verilen kararların yanı sıra tapu iptal ve tescil davalarında verilen kararlarda kesinleşmeden icraya konulamayacak kararlardandır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek (1) No.lu Protokol'ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesinde ise, “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” ifadeleri yer almaktadır.

Anayasa'nın “Mülkiyet Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi;

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

 

4721 Sayılı Kanun'un çeşitli hükümlerinde taşınmaz malikinin taşınmazına yapılan haksız müdahaleleri önleyici ve haksız kullanımı tazmin edecek mekanizmalar düzenlenmiştir. Kanun'un 683. maddesinde malikin, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebileceği belirtilmiştir. Kayıt malikinin mirasçıları 20 yıllık hak düşürücü süre içinde herhangi bir dava açarak zamanaşımı süresini kesme olanağına sahiptir. Bahsedilen süre, başvurucunun taşınmazın mülkiyetini kaybetmemesi için taşınmazı kullanan üçüncü kişiler aleyhine dava açması ve bir uyuşmazlık yaratması için yeterli bir süre olup, bunun yanı sıra dava açmasa bile taşınmazları tapuda mirasa dayanarak adına tescil ettirmek suretiyle de olağanüstü zamanaşımı ile kazanmayı engelleyebilecek imkânı bulunmaktadır (O. Yüksel, § 61-62).

 

Tapu iptal ve tescil davalarının en çok karşılaşılan sebepleri aşağıdaki gibidir;

Muris muvazaası nedeniyle tapu iptal ve tescil davası

Vekalet yetkisinin kötüye kullanılması sebebiyle tapu iptal ve tescil davası

Kazandırıcı zamanaşımı sebebiyle tapu iptal ve tescil davası

Aile konutu şerhi nedeniyle tapu iptal ve tescil davası

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi nedeniyle tapu iptal ve tescil davası

Kadastro tespitine itiraz yoluyla tapu iptal ve tescil davası

Hukuki ehliyetin bulunmaması sebebiyle tapu iptal ve tescil davası

 

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 2017/1-1248 E. 2019/1074 K. 17.10.2019 tarihli kararı

“…miras bırakan ile davalı arasında yapılan resmi sözleşmeler dikkate alındığında, davalı tarafa bir mükellefiyetin yerine getirilmesi ödevinin yüklendiği açıktır. Her ne kadar bu ödev bir karşı edim niteliğinde olmasa da bağışlayan için sözleşmenin esasını oluşturmaktadır. Doktrin ve uygulamada yüklemeli bağışlama olarak tanımlanan böylesi bir sözleşmede, 6098 Sayılı yasanın 291 ve devamı maddeleri dikkate alındığında, mükellefiyetin yerine getirilmemesi durumunda bağışlayan, ölmüşse mirasçıları, yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlayabilecekleri gibi sözleşmeden dönme imkanına da sahiptirler. Somut olaya gelince, bağışlamanın üzerinden bu kadar süre geçmesine rağmen mescit, tesis ve ünitelerin yapılmadığı, miras bırakan ve eşinin isminin verilmediği, öte yandan belediyeden gelen cevaba göre de dava konusu taşınmazın imar planında otopark vs. alanında kaldığı anlaşılmaktadır. Böylesi bir durumda artık mükellefiyetin yerine getirilemeyeceği açıktır. Her ne kadar mahkemece akitten itibaren hak düşürücü sürenin geçtiği kabul edilmişse de (818 Sayılı Kanun'un 246. maddesi) sözü edilen süre mükellefiyetin yerine getirilemeyeceğinin anlaşıldığı tarihten başlayacaktır. Bu durumda dava konusu taşınmazın imar planında taşınmaz otopark vs. olarak bırakıldığı gözetildiğinde hak düşürücü sürenin geçtiğini söyleyebilme olanağı yoktur.”

YARGITAY HUKUK GENEL KURULUE. 2017/16-480 E. 2019/981 K. 1.10.2019 Tarihli kararı

Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir. Davacı tarafın tutunduğu tespit dayanağı olan tapu kayıtlarının ilk tesisinden itibaren tüm paylara ilişkin tedavül kayıtları ile birlikte açıkta pay bırakmayacak ve birbirini takip eder şekilde dosyaya getirtilmeli, revizyon gördükleri parsellerin tespit tutanakları, dayanakları ve tapu kayıtları temin edilmeli, davacıların tapu kayıt malikleri ile akdi ve irsi ilişkisinin ve tapu kayıtlarındaki hisselerinin kesin olarak belirlenmesi hususunda tapu kayıtları üzerinde inceleme yapılmak üzere gerekirse bilirkişiden rapor alınmalı, daha sonra dosya keşif yapılmaya hazır hâle geldiğinde; mahallinde keşif yapılarak yöreyi iyi bilen yaşlı ve yansız yerel bilirkişiler, taraf tanıkları, senet tanıkları ve fen bilirkişi katılımıyla keşif yapılmalı, senetlerdeki satışların tespit dayanağı tapu kayıtlarındaki paylara ilişkin olup olmadığı ve satın alanlar lehine taşınmaz tespit edilip edilmediği araştırılmalı, aynı davacılar tarafından aynı nedene dayanılarak açılan başka davaların da mevcut olduğu belirlendiği takdirde bu davaların birleştirilmesi gereği nazara alınmalı, bundan sonra toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir.

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ 2016/12432 E.  2020/537 K. 4.2.2020 tarihli kararı

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. İkinci el davalının herhangi bir işi olmayıp eşinin aylık kazancının ise 1.000 TL olduğunun, aylık 320 TL kira ödediklerinin ve halen kirada oturduklarının kolluk marifetiyle saptandığı, öte yandan ilk el davalı ile ikinci el davalının komşu oldukları, banka hesaplarında yapılan araştırmada davalıların mevduat hesabına ya da hesap hareketlerine rastlanmadığının belirlendiği, dinlenen davalı tanıklarından bir kısmının temlikle ilgili görgüye dayalı bilgi sahibi olmadığı, bir kısım yakın akraba olan tanıkların ise satış bedeliyle ilgili beyanlarının çelişkili olduğu, zira davalının eniştesi olduğunu belirten davalı tanığının ev alımı için davalının eşine 30.000 TL nakit elden para verdiğini beyan ettiği halde davalının eşi olan tanığın ise daireleri alırken 60.000 TL'yi bacanağından borç aldığını beyan ettiği, değinilen koşullarda davalının aynı anda dört adet bağımsız bölümü satın almasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, temliklerin kısa aralıklarla yapıldığı ve değerler arasında aşırı fark bulunduğu da nazara alındığında davalının iktisabının iyiniyetli olmadığı ve TMK 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı sonucuna varılmaktadır.

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ 2016/15387 E. 2020/411 K. 23.1.2020

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.6098 s. Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanunu’nun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ 2018/5491 E. 2019/1188 K. 12.2.2019

Dava, olağanüstü zamanaşımından kaynaklanan tapu iptali ve tescil talebine ilişkindir. Mera Kanunu'nda "mera, yaylak ve kışlakların kullanma hakkı bir veya birden çok köy veya belediyeye ait olduğu, bu yerlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden sayıldığı" açıklanmıştır. Mera ve benzeri yerlerin özel mülkiyete konu yapılamayacağı, amacı dışında kullanılamayacağı ve zamanaşımı ile edinilemeyeceği, sınırlarının daraltılamayacağı hükmüne yer verilmiştir. Bu tür yerler üzerinde sürdürülen zilyetlik süresi neye ulaşırsa ulaşsın olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinilmesi mümkün bulunmamaktadır. Şu hâlde, yerel bilirkişi ve tanıkların beyanlarına üstünlük tanınamaz. Uyuşmazlık konusu taşınmazın çevresindeki meradan elde edildiği anlaşıldığına ve meraların zilyetlikle kazanılması mümkün bulunmadığına göre davanın reddine karar verilmesi gerekir.

YARGITAY16. HUKUK DAİRESİ 2018/1173 E. 2018/7150 K. 28.11.2018

Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir. Davacıların dayandığı tapu kayıtları tesislerinden itibaren tüm kayıtları ile birlikte Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşiv Dairesi Başkanlığı'ndan, çekişmeli taşınmazlara komşu olan tüm taşınmazların kadastro tutanak örnekleri varsa dayanağı belgeler ile birlikte yerel tapu biriminden eksiksiz olarak getirtilmeli, gerekirse dayanılan tapu kayıtlarının son gitti kayıtlarına göre kimlerin halen malik olarak görüldüğünün belirlenmesi bakımından bilirkişiden rapor alınmalı, daha sonra mahalli bilirkişiler, sağ olan tespit bilirkişilerinin tümü, taraf tanıkları ve uzman fen bilirkişisi ile yeniden keşif yapılmalı, dayanılan tapu kayıtları yerel bilirkişi yardımı ve uzman fen bilirkişi eliyle yerine uygulanmalı, uygulama yapılarken haritası bulunan kayıtlarının kapsamlarının öncelikle haritasına göre belirleneceği gözetilmeli, haritası bulunmayan kayıtlardaki sınırların tespiti bakımından mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarına başvurulmalı, alınan beyanların soyut nitelikte olmamasına ve somut olaylara dayanmasına özen gösterilmeli, kadastro tespitine aykırı sonuçlara ulaşılması halinde tespit bilirkişileri dinlenilerek çelişkilerin giderilmesine çalışılmalı, uzman fen bilirkişinden kayıt uygulamasını gösterir, keşfi takibe ve denetime uygun rapor alınmalı, uygulamaya ilişkin mahalli bilirkişi ve tanık sözleri dıştan komşu taşınmazların tespit tutanağı içeriği ve varsa dayanakları kayıtlarla denetlenmeli, bundan sonra toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir.

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ 2014/16316 E. 2016/4228 K. 6.4.2016

Davada, ehliyetsizlik hukuki sebebi yanında muris muvazaası hukuki sebebine de dayanıldığına göre, hukuki ehliyetin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle inceleme yapılması gerekeceği kuşkusuzdur. Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik yönünden hiçbir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi, şahsın hak elde edebilmesini, borç (yükümlülük) altına girebilmesini, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı Kanun'un 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Türk Medeni Kanunu'nun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca; hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa murise ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahede kayıtları, reçeteler vs. istenerek 2659 Sayılı Kanun'un 7 ve 16. maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kuruluna gönderilerek kooperatif üyelik hakkının davalı Müşerref'e yapılan temlik tarihi ( 27.01.2011 ) itibariyle murisin hukuki ehliyete sahip olup olmadığının raporla saptanması, ehliyetsizliğin saptanması halinde ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı iptal-tescil isteğinin kabul edilmesi; aksi halde ( miras bırakanın ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ) miras bırakanın "S.S. Ö... Konut Yapı Kooperatifindeki" üyeliğini davalıya devri işleminin bağışlama niteliğinde olduğu, bir başka ifadeyle kişisel hakkın temliki niteliği taşıyan kooperatif hissesinin devri işleminde 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanması olanağı bulunmadığı gözetilerek muris muvazaası hukuksal nedenine yönelik iptal-tescil isteğinin reddedilmesi; koşulların oluşması halinde yapılan işlemin tenkise tabi tutulacağı nazara alınarak tenkis istemi bakımından gerekli araştırma ve değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ 2018/5566 E. 2020/232 K. 16.1.2020

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun 706., Türk Borçlar Kanunu'nun 237., (Borçlar Kanunu'nun (BK ) 213. ) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşerî ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda miras bırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190. maddesiyle Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Bir başka ifade ile temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat külfeti davacı tarafa aittir.

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ 2016/17745 E. 2020/164 K. 14.1.2020

Asıl ve birleştirilen davalar, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalının alım gücü, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşerî ilişki gibi olgulardan yararlanılarak, gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti için delillerin eksiksiz toplanılması ve doğru şekilde değerlendirilmesi miras bırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekir. Temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat külfeti davacı tarafa ait olup, gerekli araştırma yapılmaksızın yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi bozma nedeni sayılmıştır. Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun ( TMK ) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun ( TBK ) 237., ( Borçlar Kanunu'nun ( BK ) 213. ) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşerî ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda miras bırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat külfeti 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesiyle Türk Medeni Kanun’un (TMK) 6. maddesi gereği davacı tarafa aittir.

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ 2016/14400 E. 2020/81 K. 8.1.2020

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. 1911 doğumlu ve çocuksuz olan miras bırakanın dava konusu 27.10.2009 tarihli ölünceye kadar bakma sözleşmesinin yapıldığı tarihte 98 yaşında olup 104 yaşında öldüğü, anılan sözleşme uyarınca davalının bakım görevini yerine getirdiği ve aksinin ispatlanamadığı anlaşılmaktadır. Miras bırakan yaşadığı sürece bakılmadığı iddiası ile bir dava da açmadığına göre artık miras bırakana davalı tarafından bakıldığının kabulü zorunludur. Temlik ölünceye kadar bakma akdiyle yapıldığına ve davalı da bakım borcunu yerine getirdiğine göre miras bırakanın mal kaçırmayı amaçladığından, bir başka ifadeyle temlikin muvazaalı olduğundan söz edilemeyeceği açıktır.


WhatsApp
Hemen Ara